|
Categoría |
Turco |
Inglés |
|
General |
|
1 |
General |
her bir durum |
each case n.
|
|
In each case, specific provisions have been devoted to public service obligations.
Her bir durumda, kamu hizmeti yükümlülüklerine özel hükümler ayrılmıştır.
More Sentences
|
2 |
General |
her bir |
each adj.
|
|
The Commission does not have to judge the value of each institutional system.
Komisyon her bir kurumsal sistemin değerini değerlendirmek zorunda değildir.
More Sentences
|
3 |
General |
her bir |
every adj.
|
|
Needless to say, every person who becomes a victim of a road accident is one too many.
Söylemeye gerek yok ki, trafik kazası kurbanı olan her bir kişi çok fazladır.
More Sentences
|
4 |
General |
her bir |
every last adj.
|
|
I will kill every last one of them.
Her birini öldüreceğim.
More Sentences
|
5 |
General |
her bir |
individual adj.
|
|
Individual bungalow has its own pool.
Her bir bungalovun kendine ait havuzu var.
More Sentences
|
Phrasals |
|
6 |
Phrasals |
(bir şeyin/yerin) her yerine yayılmak |
spread all over (something or some place) v.
|
|
The rumor spread all over the town.
Söylenti, şehrin her yerine yayıldı.
More Sentences
|
Colloquial |
|
7 |
Colloquial |
(bir şey) her şey değil |
(something) isn't everything expr.
|
|
Speed isn't everything.
Hız her şey değildir.
More Sentences
|
General |
|
8 |
General |
büyük bir baca içindeki birkaç ayrı duman yolunun her biri |
flue n.
|
|
9 |
General |
belirli bir süre için her yıl ödenen ve emek karşılığı olmayan maaş |
annuity n.
|
|
10 |
General |
her yıl değişik bir tarihe rastlayan yortu |
movable feast n.
|
|
11 |
General |
her zaman birinin üzerinde taşınan faydalı bir şey |
vade mecum n.
|
|
12 |
General |
bir ülkenin başlıca idari bölümlerinden her biri |
province n.
|
|
13 |
General |
yanmayı başlatan her hangi bir araç |
incendiary device n.
|
|
14 |
General |
her iki kategoriye de girebilecek bir durum |
borderline case n.
|
|
15 |
General |
ışık saçan yüzeyin her santimetrekaresi üzerindeki bir kaloriye eşit güneş radyasyonu bölümü |
langley n.
|
|
16 |
General |
bir süreç içindeki durumlardan her biri |
degree n.
|
|
17 |
General |
her yedi yılda bir üniversite öğretim üyelerine verilen araştırma veya seyahat izni |
sabbatical n.
|
|
18 |
General |
her bir değer |
each value n.
|
|
|
19 |
General |
mutfak eşyası gibi markette satılan ama yiyecek olmayan her bir şey |
nonfood n.
|
|
20 |
General |
her bir vaka |
each case n.
|
|
21 |
General |
her-şey bir milyoncu |
99 cent store n.
|
|
22 |
General |
her-şey bir milyoncu |
dollar store n.
|
|
23 |
General |
her-şey bir milyoncu |
dollar outlet n.
|
|
24 |
General |
on bir yaşındaki her çocuğun vermesi gereken bir tür baraj sınavı |
eleven-plus n.
|
|
25 |
General |
geçmişteki her hangi bir ana geri dönüş |
point-in time n.
|
|
26 |
General |
her şey bir milyoncu |
variety store n.
|
|
27 |
General |
her şey bir milyoncu |
price-point retailer n.
|
|
28 |
General |
her şey bir milyoncu |
variety store n.
|
|
29 |
General |
her-şey bir milyoncu |
variety store n.
|
|
30 |
General |
her-şey bir milyoncu |
pound shop n.
|
|
31 |
General |
her-şey bir milyoncu |
dollar store n.
|
|
32 |
General |
her bir çift |
each pair n.
|
|
33 |
General |
ingiliz kraliçesi ya da kral tarafından her yıl paskalya öncesi perşembe günü geleneksel bir törenle fakirlere verilen özel paralar |
maundy money n.
|
|
34 |
General |
bir kerede her şey |
everything at once n.
|
|
35 |
General |
her bir katılımcıya etiket vererek, koleksiyonerlerin hayır fonuna katkıda bulunmalarının sağlandığı gün |
tag day n.
|
|
36 |
General |
her konuda anlatacak bir şeyleri olan bilgili kimse |
generalist n.
|
|
37 |
General |
bir yere tek araba gidenlerin her biri |
carpooler n.
|
|
38 |
General |
bir yere tek araba gidenlerin her biri |
carshare n.
|
|
|
39 |
General |
hindistan'ın hemen hemen her yerinde kutlanan bir uçurtma festivali |
makarsakranti n.
|
|
40 |
General |
hindistan'ın hemen hemen her yerinde kutlanan bir uçurtma festivali |
maghi n.
|
|
41 |
General |
ekose desendeki her bir kare |
chequer n.
|
|
42 |
General |
(tavlada) her bir oyuncunun sahasındaki dıştan üçüncü kapı |
trois point n.
|
|
43 |
General |
bir manastır cemaati tarafından her yıl karnavalvari bir şekilde seçilen sahte başrahip |
abbot of misrule n.
|
|
44 |
General |
her bir kişi/şey |
each and every one n.
|
|
45 |
General |
her yıl galler şair ve müzisyenlerinin katılımıyla gerçekleşen bir festival |
eisteddfod n.
|
|
46 |
General |
zikzak biçimli bir parkurun kısa düz bölümlerinden her biri |
zag n.
|
|
47 |
General |
ortak bir girişi olup her birinde bir ailenin yaşadığı birden fazla daire barındıran bina |
land [scotland] n.
|
|
48 |
General |
tek bir arazi üzerine sıkışık inşa edilmiş bir dizi tek katlı evden her biri |
villa home [australia] n.
|
|
49 |
General |
topçu bataryasında her bir silahın mermisi |
volley n.
|
|
50 |
General |
bir bütünü oluşturan her bir parça |
member n.
|
|
51 |
General |
bilardoda iki isteka topunun her iki hedef topa vurduğu bir vuruş |
billiard n.
|
|
52 |
General |
bilardoda iki isteka topunun her iki hedef topa vurduğu bir vuruş |
carom n.
|
|
53 |
General |
iki parçalı bir pulun parçalarından her biri |
bisect n.
|
|
54 |
General |
çözülmeyi önlemek için her dolamada bir düğüm atarak gırcala ile kaplamak veya sabitlemek |
marl n.
|
|
55 |
General |
mahkeme süreçlerini yürütmesi ve şerifinkine benzer çeşitli görevleri yerine getirmesi için abd'nin her bir daire kazasına atanan idare memuru |
marshall n.
|
|
56 |
General |
bir tek şey hakkında bilinebilecek veya söylenebilecek her şey |
what n.
|
|
57 |
General |
ingiliz kraliçesi ya da kral tarafından her yıl paskalya öncesi perşembe günü geleneksel bir törenle fakirlere verilen özel paralar |
maundy n.
|
|
58 |
General |
ingiliz hükümdarının her yıl paskalya öncesi perşembe günü geleneksel bir törenle fakirlere verdiği gümüş sikke veya para |
maundy coins n.
|
|
59 |
General |
makine ile çoğaltılmış bir şeyin kopyalarından her biri |
mechanograph n.
|
|
60 |
General |
bir düzleme dağılmış belirli sayıdaki noktanın veya cismin her birine uzaklığının toplamı minimum olacak şekilde yerleştirilmiş nokta |
median point n.
|
|
61 |
General |
bazı iskoç ve ingiliz topluluklarında bulunan, üyelerin her hafta belirli bir tutar ödediği ve yapılan ödemelerin her hafta farklı bir üyesine verildiği tasarruf artırım kulübü |
menage n.
|
|
62 |
General |
bir çıkrığa dolanmış ve her iki ucu birbirine bağlanmış ip veya zincir |
messenger n.
|
|
63 |
General |
yeni ayın tarihini ayarlamak için her 134 yılda bir artık yıla ait günü ortadan kaldırma uygulaması |
metemptosis n.
|
|
64 |
General |
her bir aşamanın sonunda kesin çıktıları olan bir operasyonu belirli bir şekilde gerçekleştirme yolu |
methodology n.
|
|
65 |
General |
her oyuncu bir el çektikten sonra kalan domino taşları |
boneyard n.
|
|
66 |
General |
her oyuncu bir el çektikten sonra kalan domino taşları |
stock n.
|
|
67 |
General |
bir yüzeyi kaplayan her yeri aynı kalınlıkta materyal |
herb layer n.
|
|
68 |
General |
hindu takvimindeki her bir ay-gün ayı |
hindu calendar month n.
|
|
69 |
General |
hindistan'da kullanılıp her iki ucunda birer çıkıntısı olan bir tahtırevan |
dandi n.
|
|
70 |
General |
hindistan'da kullanılıp her iki ucunda birer çıkıntısı olan bir tahtırevan |
dandy n.
|
|
71 |
General |
münih, almanya'da her ekim ayında düzenlenen geleneksel bir festival |
octoberfest n.
|
|
72 |
General |
yapılan harcamada her bir katılımcıya düşen pay |
club [obsolete] n.
|
|
73 |
General |
belirli bir desenin kumaş, duvar kağıdı gibi üzerine basıldığı birkaç farklı renk kombinasyonundan her biri |
colorway n.
|
|
74 |
General |
her bir seferde küçük parçaların ayrılmasıyla olan kademeli azalma |
comminution n.
|
|
75 |
General |
belirli bir alana ait her şeyin kopyasını biriktiren koleksiyoncu |
completist n.
|
|
76 |
General |
(yol) her bir köşe |
ins and outs n.
|
|
77 |
General |
bir keşif yapmış olan birden fazla kişiden her biri |
co-discoverer n.
|
|
78 |
General |
birbirine zıt olan bir çift şeyden her biri |
contrary n.
|
|
|
79 |
General |
on beş eş parçaya bölünmüş bir birimin her bir parçası |
fifteenth n.
|
|
80 |
General |
her bir yüzü açılabilen origami kağıdı |
flexagon n.
|
|
81 |
General |
her bir parçasının hem bir araç hem de amaç olduğu bir varlık |
organism n.
|
|
82 |
General |
siyasi olarak bilinçli veya örgütlenmiş her bir grubun kendi çıkarlarını savunma hakkı ve özgürlüğünün bulunduğu teorisi |
particularism n.
|
|
83 |
General |
her bir bölümü madde ile dolu olan boşluk |
plenum n.
|
|
84 |
General |
her yıl düzenlenen bir edebiyat ve gazetecilik ödülü |
pulitzer n.
|
|
85 |
General |
her yıl düzenlenen bir edebiyat, gazetecilik ve müzik ödülü |
pulitzer prize n.
|
|
86 |
General |
her bir okçuya ayrılan ok sayısı |
sheaf n.
|
|
87 |
General |
tüm maddelerin yaşamsal kuvvet taşıdığı ve her yaşamsal faaliyetin ise ruhun bir işlevi olduğunu öne süren eski bir teori |
stahlism n.
|
|
88 |
General |
armalı kalkanın her bir kenarında yer alan desen |
supporter n.
|
|
89 |
General |
her yerde bir nutuk çekerek dolaşmak (oy toplamak/destek sağlamak için) |
stump v.
|
|
90 |
General |
her şeyi bir araya koymak |
lump everything together v.
|
|
91 |
General |
bir kimseyi her yerde kötülemek |
be always running somebody down v.
|
|
92 |
General |
bir şey için her şeyini vermek |
give eyeteeth for v.
|
|
93 |
General |
bir şeyi her yönüyle öğrenmek |
learn something from the ground up v.
|
|
94 |
General |
(bir davranış için) birinin her zamanki davranışlarına uymamak |
be out of character v.
|
|
95 |
General |
her bir parçasını yazmak |
write out v.
|
|
96 |
General |
bir şeyi her şeyden daha çok sevmek |
love something more than anything v.
|
|
97 |
General |
her yanı (bir şeyle) sarılmak |
get infested with (something) v.
|
|
98 |
General |
iki çapalı bir geminin halatlarını her bir çapaya eşit uzunluk bırakacak şekilde salmak |
middle of the cable v.
|
|
99 |
General |
(remi kart oyununda) her oyuncu bir el daha oynadıktan sonra oyunun biteceğini duyurmak |
break v.
|
|
100 |
General |
(alfabeyi veya metni) belirli sıradaki her harfi alarak başka bir sıraya sokmak |
decimate v.
|
|
101 |
General |
her zamanki yoldan gitmek yerine yeni bir yol yaratmak |
detour v.
|
|
102 |
General |
her zamanki yoldan gitmek yerine başka bir yoldan gitmek |
detour v.
|
|
103 |
General |
diğer her şeyi bir kenara bırakıp aşırı konsantre olmak |
overfocus v.
|
|
104 |
General |
birisine bir şeyin her alanında destek olmak |
support someone in all aspects of something v.
|
|
105 |
General |
birisine bir şeyin her alanında yardım etmek |
support someone in all aspects of something v.
|
|
106 |
General |
her zaman söylediği (cevap/şaka) (bir kimsenin) |
stock adj.
|
|
107 |
General |
her zaman var olan (bir nitelik) |
unfailing adj.
|
|
108 |
General |
her bir noktada gerçekleşen |
pointwise adj.
|
|
109 |
General |
her ( ) kişide bir olan |
occurring once in every adj.
|
|
110 |
General |
her iki yılda bir |
biyearly adj.
|
|
111 |
General |
her iki senede bir |
biyearly adj.
|
|
112 |
General |
bunun gibi her bir |
any such adj.
|
|
113 |
General |
her bir |
any and every adj.
|
|
114 |
General |
bir merkezden dışarıya her yöne doğru hareket eden ve gerçekleşen |
quaquaversal adj.
|
|
115 |
General |
her üç günde bir olan |
triduan adj.
|
|
116 |
General |
her üç günde bir yapılan |
tridaily adj.
|
|
117 |
General |
her üç saatte bir meydana gelen |
trihoral adj.
|
|
118 |
General |
her zamankinden farklı bir yerde |
out of one's way [obsolete] adj.
|
|
119 |
General |
her bir |
last adj.
|
|
120 |
General |
bir kümedeki her elemanı bire bir eşleyen |
one-one [us] adj.
|
|
121 |
General |
her bir |
ilk [scotland] adj.
|
|
122 |
General |
her bir |
ilka [scotland] adj.
|
|
123 |
General |
her altı ayda bir gelişen |
semestral adj.
|
|
124 |
General |
her altı ayda bir gelişen |
semestrial adj.
|
|
125 |
General |
her yarım günde bir gelişen |
semidiurnal adj.
|
|
126 |
General |
her on dört günde bir görünen |
fortnightly adj.
|
|
127 |
General |
her yerinde bir şey olan |
stocked with adj.
|
|
128 |
General |
her günkü gibi bir şekilde |
diurnally adv.
|
|
129 |
General |
her hangi bir yerde |
in nature adv.
|
|
130 |
General |
her yerde hazır bulunan bir şekilde |
immanently adv.
|
|
131 |
General |
her hangi bir biçimde veya her nasılsa |
in some way or another adv.
|
|
132 |
General |
her üç yılda bir |
triennially adv.
|
|
133 |
General |
her hangi bir biçimde |
in some way or another adv.
|
|
134 |
General |
her on yılda bir gerçekleşerek |
decennially adv.
|
|
135 |
General |
her 5 saniyede bir |
every 5 seconds adv.
|
|
136 |
General |
her iki haftada bir |
every couple of weeks adv.
|
|
137 |
General |
her iki haftada bir |
every fortnight adv.
|
|
138 |
General |
her üç ayda bir |
every three months adv.
|
|
139 |
General |
her iki günde bir |
every two day adv.
|
|
140 |
General |
her iki günde bir |
once in two days adv.
|
|
141 |
General |
her iki günde bir |
every two days adv.
|
|
142 |
General |
her iki günde bir |
once every two days adv.
|
|
143 |
General |
her tarafa yayılan bir şekilde |
pervasively adv.
|
|
144 |
General |
her şeye kadir bir şekilde |
almightily adv.
|
|
145 |
General |
her şeyi bir kenara bırakarak |
first of all adv.
|
|
146 |
General |
her şeyi bir kenara koyarak |
firstly adv.
|
|
147 |
General |
her bir yüzdede |
percent adv.
|
|
148 |
General |
her altı ayda bir |
semiyearly adv.
|
|
149 |
General |
her bir ... için |
per prep.
|
|
150 |
General |
her bir |
ilk [scotland] pron.
|
|
151 |
General |
her bir |
ilkon [obsolete] pron.
|
|
152 |
General |
her üç …de bir |
tri- pref.
|
|
153 |
General |
her seferinde yalnızca bir kez anlamı veren ön ek |
mono- pref.
|
|
154 |
General |
otobüs her yirmi dakikada bir geçer |
the bus runs every twenty minutes expr.
|
|
155 |
General |
her yıl seatle, washington'da düzenlenen bir sanat fuarı/etkinliği |
amdef (art music dance entertainment fashion) abrev.
|
|
Phrasals |
|
156 |
Phrasals |
her bir bölümün alanı bir öncekinden küçük olacak şekilde biçimlendirmek |
draw in v.
|
|
157 |
Phrasals |
(birine bir şey) yaptırmak için her türlü çareye başvurmak |
beguile (someone) into (doing something) v.
|
|
158 |
Phrasals |
(birine bir şey) yaptırmak için her türlü çareye başvurmak |
beguile someone into something v.
|
|
159 |
Phrasals |
(birinin bir şey) yapmaması için her türlü çareye başvurmak |
beguile someone out of something v.
|
|
160 |
Phrasals |
her defasında belli bir sayı kadar artırmak |
increment something by something v.
|
|
161 |
Phrasals |
birisine bir şeyi her yönüyle açıklamak |
walk somebody through something v.
|
|
162 |
Phrasals |
her tarafından (su/bir sıvı) damlamak |
drip with (something) v.
|
|
163 |
Phrasals |
her tarafından su/bir sıvı damlamak |
drip with something v.
|
|
164 |
Phrasals |
(birinin/bir şeyin) üzerine/her tarafına salyalarını akıtmak/bulaştırmak |
drool (all) over (someone or something) v.
|
|
165 |
Phrasals |
birinin veya bir şeyin üzerine/her tarafına salya akıtmak/damlatmak |
drool (all) over someone or something v.
|
|
166 |
Phrasals |
birinin veya bir şeyin üzerine/her tarafına salya akıtmak/damlatmak |
drool over someone/something v.
|
|
167 |
Phrasals |
birinin her tarafından bir şey akmak |
ooze from v.
|
|
168 |
Phrasals |
birinin her tarafından bir şey fışkırmak |
ooze from v.
|
|
169 |
Phrasals |
(bir şeyi bir şeyin/yerin) her yanına dağıtmak |
diffuse (something) through (something) v.
|
|
170 |
Phrasals |
(bir şeyi bir şeyin/yerin) her yanına yaymak |
diffuse (something) through (something) v.
|
|
171 |
Phrasals |
bir şeyi (başka) bir şeyin her yanına dağıtmak/yaymak |
diffuse something through something (else) v.
|
|
172 |
Phrasals |
bir şeyi (başka) bir şeyin her yanına nüfuz ettirmek |
diffuse something through something (else) v.
|
|
173 |
Phrasals |
bir şeyin her yanına yayılmak/dağılmak |
diffuse through something v.
|
|
174 |
Phrasals |
bir şeyin her yanına nüfuz etmek |
diffuse through something v.
|
|
175 |
Phrasals |
bir şeyi bir alanın her yerine uygulamak/dağıtmak |
distribute something over something v.
|
|
176 |
Phrasals |
(bir konuyu) her yönüyle konuşmak |
bat something around v.
|
|
177 |
Phrasals |
bir şeyi (bir yerin/şeyin) her tarafına yaymak |
saturate (something or some place) with (something) v.
|
|
178 |
Phrasals |
bir şeyi birinin/bir şeyin her yerine bulaştırmak |
smear someone or something with something v.
|
|
179 |
Phrasals |
(birinin/bir şeyin) her tarafını bir şeyle kaplamak |
strew (someone or something) with (something) v.
|
|
180 |
Phrasals |
bir şeyin her tarafını bir şey yapmak |
strew something with something v.
|
|
181 |
Phrasals |
bir şeyin her tarafını bir şeyle kaplamak |
strew something with something v.
|
|
182 |
Phrasals |
bir şeyin her tarafına bir şey dağıtmak |
strew something with something v.
|
|
183 |
Phrasals |
bir şeyin her tarafına bir şey saçmak |
strew something with something v.
|
|
184 |
Phrasals |
bir şeyin her tarafına bir şey serpmek/serpiştirmek |
strew something with something v.
|
|
185 |
Phrasals |
her tarafını bir şey yapmak |
strew with v.
|
|
186 |
Phrasals |
her tarafını bir şeyle kaplamak |
strew with v.
|
|
187 |
Phrasals |
her tarafını (bir şeyle) kaplamak |
suffuse with (something) v.
|
|
188 |
Phrasals |
her tarafına (bir şey) yaymak |
suffuse with (something) v.
|
|
189 |
Phrasals |
birinin/bir şeyin her tarafını biriyle veya bir şeyle çevirmek |
surround someone or something with someone or something v.
|
|
190 |
Phrasals |
(birinin/bir şeyin) her tarafına (bir şey) dolmak |
swamp (someone or something) with (something) v.
|
|
191 |
Phrasals |
(bir şey) her yere sıçramak |
slosh through (something) v.
|
|
192 |
Phrasals |
(bir şeyi) bir şeyin her yerine dökmek |
slosh through (something) v.
|
|
193 |
Phrasals |
(bir şeyi) bir şeyin her yerine sıçratmak |
slosh through (something) v.
|
|
194 |
Phrasals |
(birinin/bir şeyin) her yerine sıçratmak |
splash all over (someone or something) v.
|
|
195 |
Phrasals |
(birinin/bir şeyin) her yerine işlemek |
splash all over (someone or something) v.
|
|
196 |
Phrasals |
(birinin/bir şeyin) her tarafını ıslatmak/batırmak |
splash all over (someone or something) v.
|
|
197 |
Phrasals |
birinin/bir şeyin her yerine sıçramak/sıçratmak |
splatter someone or something up v.
|
|
198 |
Phrasals |
(bir şeyin/yerin) her yerine yaymak |
spread all over (something or some place) v.
|
|
199 |
Phrasals |
(bir şeyin/yerin) her tarafına sürmek |
spread all over (something or some place) v.
|
|
200 |
Phrasals |
(bir şeyin/yerin) her yerine sıçramak |
spread all over (something or some place) v.
|
|
201 |
Phrasals |
bir bilgi (bir şeyin/yerin) her tarafına ulaşmak/yayılmak |
spread all over (something or some place) v.
|
|
202 |
Phrasals |
bir bilgiyi (bir şeyin/yerin) her tarafına ulaştırmak/yaymak |
spread all over (something or some place) v.
|
|
203 |
Phrasals |
bir şeyin her tarafını sulamak |
water something down v.
|
|
204 |
Phrasals |
(bir şeyin/yerin) her yerinden duyulmak |
resound through (something or some place) v.
|
|
205 |
Phrasals |
(bir şeyin/yerin) her tarafından duyulmak |
resound through (something or some place) v.
|
|
206 |
Phrasals |
(bir şeyin/yerin) her yerinde kutlanmak |
resound through (something or some place) v.
|
|
207 |
Phrasals |
(bir şeyin/yerin) her yerinde konuşulmak |
resound through (something or some place) v.
|
|
208 |
Phrasals |
(bir şeyin/yerin) her yerinde ses getirmek |
resound through (something or some place) v.
|
|
209 |
Phrasals |
(bir şeyin/yerin) her yerinde bilinmek/duyulmak |
resound through (something or some place) v.
|
|
210 |
Phrasals |
(bir şeyin/yerin) her yerinde çınlamak |
resound throughout (something or some place) v.
|
|
211 |
Phrasals |
(bir şeyin/yerin) her yerinde yankılanmak |
resound throughout (something or some place) v.
|
|
212 |
Phrasals |
(bir şeyin/yerin) her yerinden duyulmak |
resound throughout (something or some place) v.
|
|
213 |
Phrasals |
(bir şeyin/yerin) her yerine yayılmak |
resound throughout (something or some place) v.
|
|
214 |
Phrasals |
(bir şeyin/yerin) her yerinde duyulmak |
resound throughout (something or some place) v.
|
|
215 |
Phrasals |
(bir şeyin/yerin) her yerinde konuşulmak |
resound throughout (something or some place) v.
|
|
216 |
Phrasals |
(birinin ya da bir şeyin) her yanına salya bulaştırmak |
salivate (all) over (someone or something) v.
|
|
217 |
Phrasals |
(bir şeyi) her pahasına desteklemek |
bleed for (something) v.
|
|
218 |
Phrasals |
bir his, düşünce her zaman biriyle olmak |
carry (something) with (one) v.
|
|
219 |
Phrasals |
(birinin/bir şeyin) her istediğini yapmak |
cater to (someone or something) v.
|
|
220 |
Phrasals |
(biriyle/bir şeyle) ilgili her şey yolunda mı diye bakmak |
check in on (someone or something) v.
|
|
221 |
Phrasals |
(biriyle/bir şeyle) ilgili her şey yolunda mı diye bakmak |
check on (someone or something) v.
|
|
222 |
Phrasals |
(biriyle/bir şeyle) ilgili her şey yolunda mı diye bakmak |
check up on (someone or something) v.
|
|
223 |
Phrasals |
(birinin/bir şeyin) her yanını sarmak |
come upon (someone or something) v.
|
|
224 |
Phrasals |
bir alanın her yerine uygulamak/dağıtmak |
distribute over v.
|
|
225 |
Phrasals |
her tarafından (su/bir sıvı) damlamak |
drip with v.
|
|
226 |
Phrasals |
(birinin/bir şeyin) her yerine yayılmak |
extend over (someone or something) v.
|
|
227 |
Phrasals |
her şeye rağmen (bir şeye) devam etmek |
go forward with v.
|
|
228 |
Phrasals |
(bir şeyi) her şeye rağmen sürdürmek/tamamlamak/yürütmek |
go through with (something) v.
|
|
229 |
Phrasals |
(bir yerin) her tarafını sarmak |
rage through (something) v.
|
|
230 |
Phrasals |
(bir şeyin/bir yerin) her tarafında yankılanmak |
reverberate through (something or some place) v.
|
|
231 |
Phrasals |
(ses) (bir şeyin/bir yerin) her yanına yayılmak |
reverberate through (something or some place) v.
|
|
232 |
Phrasals |
(ses) (bir şeyin/bir yerin) her tarafına dolmak |
reverberate throughout (something or some place) v.
|
|
233 |
Phrasals |
(ses) (bir şeyin/bir yerin) her yanına yayılmak |
reverberate throughout (something or some place) v.
|
|
234 |
Phrasals |
(bir şeyin/bir yerin) her tarafında yankılanmak |
reverberate throughout (something or some place) v.
|
|
235 |
Phrasals |
(bir şeyin) her yanını aramak |
rifle through (something) v.
|
|
236 |
Phrasals |
(bir şeyi birinin/bir şeyin) her tarafına ovarak sürmek/yaymak |
rub (something) (all) over (someone or something) v.
|
|
237 |
Phrasals |
(bir şey) bulmak için her tarafı aramak |
rummage around for (something) v.
|
|
238 |
Phrasals |
(bir şeyin) her tarafını aramak |
rummage around in (something) v.
|
|
239 |
Phrasals |
(bir şey) bulmak için (bir şeyin) her tarafını aramak |
rummage around in (something) for (something) v.
|
|
240 |
Phrasals |
(bir şey) bulmak için (bir şeyin) her tarafını aramak |
rummage through (something) (for something) v.
|
|
241 |
Phrasals |
(bir şeyin) her tarafında olmak |
run through (something) v.
|
|
242 |
Phrasals |
(bir şeyin) her yanına sinmek/nüfuz etmek |
run through (something) v.
|
|
243 |
Phrasals |
(bir şeyin) her yanını kaplamak |
run through (something) v.
|
|
244 |
Phrasals |
(bir şeyin) her yanını sarmak |
run through (something) v.
|
|
245 |
Phrasals |
(bir şeyin) her tarafına yayılmak |
run through (something) v.
|
|
246 |
Phrasals |
(her yanda bir şey) aramak |
scavenge (around) for (something) v.
|
|
247 |
Phrasals |
(birini/bir şey) bulmak için her yanı aramak |
scrounge around (for someone or something) v.
|
|
248 |
Phrasals |
(bir şeyin) her tarafını aramak |
search through (something or some place) v.
|
|
249 |
Phrasals |
(birinin/bir şeyin) her tarafını sarmak |
steal over (someone or something) v.
|
|
250 |
Phrasals |
(bir şeyi birinin/bir şeyin) her yerine saçmak |
strew (something) (all) over (someone or something) v.
|
|
251 |
Phrasals |
(bir şeyi birinin/bir şeyin) her yerine dağıtmak |
strew (something) (all) over (someone or something) v.
|
|
252 |
Phrasals |
(bir yerin) her tarafını gezmek |
travel over (something or some place) v.
|
|
253 |
Phrasals |
(bir yerin) her tarafına gitmek |
travel over (something or some place) v.
|
|
Phrases |
|
254 |
Phrases |
her bir taraf |
each side n.
|
|
255 |
Phrases |
her gün yeni bir şans |
every day is a new chance n.
|
|
256 |
Phrases |
bir tecrübeye her insan farklı şekilde tepki gösterir |
the same fire that melts the butter hardens the egg expr.
|
|
257 |
Phrases |
her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır |
behind every great man there's a great woman expr.
|
|
258 |
Phrases |
her bir pazar/piyasa için ayrı ayrı |
on a market by market basis expr.
|
|
259 |
Phrases |
her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır |
behind every great man is a great woman expr.
|
|
260 |
Phrases |
her şey iyi bir amaç uğruna |
all for a good cause expr.
|
|
261 |
Phrases |
hiç bir şey bitmez her şey değişir |
nothing ends, everything changes expr.
|
|
262 |
Phrases |
her şeyin bir sırası var |
first things first expr.
|
|
263 |
Phrases |
her son yeni bir başlangıçtır |
every end is a new beginning expr.
|
|
264 |
Phrases |
her canlı bir gün ölümü tadacaktır |
every living thing will die one day expr.
|
|
265 |
Phrases |
her şeyin bir sonu vardır |
all things must pass expr.
|
|
266 |
Phrases |
her bir deneyden önce |
before each experiment expr.
|
|
267 |
Phrases |
her bitiş bir başlangıçtır |
every end is a beginning expr.
|
|
268 |
Phrases |
her şeyin bir zamanı var |
all in good time expr.
|
|
269 |
Phrases |
her şey (bir şeyin) karşısında |
(the) odds are against (something) expr.
|
|
270 |
Phrases |
(bir şey için) her şey hazır |
all systems go (for something) expr.
|
|
271 |
Phrases |
(bir şey için) her şey planlandığı gibi |
all systems go (for something) expr.
|
|
272 |
Phrases |
(bir şey için) her şey yolunda |
all systems go (for something) expr.
|
|
273 |
Phrases |
(bir şey için) her şey başlamaya hazır |
all systems go (for something) expr.
|
|
274 |
Phrases |
(bir şey için) her şey hazır |
all systems go (for something) expr.
|
|
275 |
Phrases |
(bir şey için) her şey planlandığı gibi |
all systems go (for something) expr.
|
|
276 |
Phrases |
(bir şey için) her şey yolunda |
all systems go (for something) expr.
|
|
277 |
Phrases |
(bir şey için) her şey başlamaya hazır |
all systems go (for something) expr.
|
|
Proverb |
|
278 |
Proverb |
bilgi insanı her gittiği yerde/hayat boyu takip eden bir hazinedir |
learning is a treasure that follows its owner everywhere v.
|
|
279 |
Proverb |
her şeyin bir zamanı vardır |
for everything there is a season expr.
|
|
280 |
Proverb |
her şeyde bir hayır vardır |
every cloud has a silver lining
|
|
281 |
Proverb |
her işte bir hayır vardır |
it's an ill wind that blows nobody good
|
|
282 |
Proverb |
her işte bir hayır vardır |
every cloud has a silver lining
|
|
283 |
Proverb |
her şakanın altında bir gerçek yatar |
there is many a true word spoken in jest
|
|
284 |
Proverb |
her şakada bir gerçek payı vardır |
there is many a true word spoken in jest
|
|
285 |
Proverb |
her işte bir hayır vardır |
it is an ill wind that blows no good
|
|
286 |
Proverb |
her zaman ikinci bir seçeneğin olsun |
mouse that has but one hole is quickly taken
|
|
287 |
Proverb |
her şakada bir gerçek payı vardır |
many a true word is spoken in jest
|
|
288 |
Proverb |
her şakada bir doğruluk payı vardır |
many a true word is spoken in jest
|
|
289 |
Proverb |
her şakada bir gerçek payı vardır |
there's many a true word spoken in jest
|
|
290 |
Proverb |
her şakada bir doğruluk payı vardır |
there's many a true word spoken in jest
|
|
291 |
Proverb |
her şey bitti desen de bir umut vardır |
darkest hour is just before the dawn
|
|
292 |
Proverb |
her şey bitti desen de bir umut vardır |
it's always darkest just before the dawn
|
|
293 |
Proverb |
her iyi şeyin bir sonu vardır |
all good things must end
|
|
294 |
Proverb |
her iyi şeyin bir sonu vardır |
all good things must come to an end
|
|
295 |
Proverb |
her öykünün bir de diğer yüzü vardır |
there are two sides to every story
|
|
296 |
Proverb |
her öykünün bir de diğer yüzü vardır |
there are two sides to every question
|
|
297 |
Proverb |
eğer iki kişi kötü bir durumla karşılaşmışsa bu sorundan her ikisi birden sorumludur |
it takes two to tango
|
|
298 |
Proverb |
her işin bir püf noktası vardır |
there are tricks in every trade
|
|
299 |
Proverb |
her şeyin bir bedeli vardır |
there ain't no such thing as a free lunch
|
|
300 |
Proverb |
her şeyin bir bedeli vardır |
there's no such thing as a free lunch
|
|
301 |
Proverb |
çalışkan bir insanın her şeye vakti vardır |
busiest men find the most time
|
|
302 |
Proverb |
çalışkan bir insanın her şeye vakti vardır |
busiest men have the most leisure
|
|
303 |
Proverb |
her çıkışın bir inişi vardır |
what goes up must come down
|
|
304 |
Proverb |
her çıkışın bir düşüşü vardır |
what goes up must come down
|
|
305 |
Proverb |
her yükselişin bir düşüşü vardır |
what goes up must come down
|
|
306 |
Proverb |
ölümden başka her şeyin bir çaresi vardır |
there is a remedy for everything except death
|
|
307 |
Proverb |
her şeyin bir zamanı ve yeri var |
there is a time and a place for everything
|
|
308 |
Proverb |
her güzel şeyin bir sonu vardır |
all good things must come to an end
|
|
309 |
Proverb |
her güzel şeyin bir sonu vardır |
all good things must end
|
|
310 |
Proverb |
her şerde bir hayır vardır |
every cloud has a silver lining
|
|
311 |
Proverb |
her şakada bir gerçeklik payı vardır |
many a true word is spoken in jest
|
|
312 |
Proverb |
her şakada bir gerçeklik payı vardır |
there's many a true word spoken in jest
|
|
313 |
Proverb |
her hayırda bir şer her şerde bir hayır vardır |
every cloud has a silver lining
|
|
314 |
Proverb |
her güzelin bir kusuru vardır |
every rose has its thorn
|
|
315 |
Proverb |
her hayırda bir şer, her şerde bir hayır vardır! |
fair is foul, foul is fair!
|
|
316 |
Proverb |
her kafadan bir ses çıkınca verim alınmaz |
a camel is a horse designed by a committee
|
|
317 |
Proverb |
her kafadan bir ses çıkınca işler karışır |
a camel is a horse designed by a committee
|
|
318 |
Proverb |
her yiğidin gönlünde/her gönülde bir aslan yatar |
every eel hopes to become a whale
|
|
319 |
Proverb |
her kafadan bir ses çıkan kalabalık bir grubun yaptığı işten hayır gelmez |
a camel is a horse designed by a committee
|
|
320 |
Proverb |
her iyi şeyin kötü bir yanı vardır |
every silver lining has a cloud
|
|
321 |
Proverb |
her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır |
it's different strokes for different folks
|
|
322 |
Proverb |
her hayırda bir şer vardır |
every silver lining has a cloud
|
|
323 |
Proverb |
bir anda her şey ters yüz olabilir |
every silver lining has a cloud
|
|
324 |
Proverb |
her şeyin kendisine göre bir zorluğu vardır |
every path has its puddle
|
|
325 |
Proverb |
her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır |
everyone walks at their own pace
|
|
326 |
Proverb |
her şeyi/birçok şeyi bir anda yapmaya çalışmak iyi değildir |
it is the pace that kills
|
|
327 |
Proverb |
her şerde bir hayır vardır |
a stumble may prevent a fall
|
|
328 |
Proverb |
güçlü bir duruşu/tutumu olmayan her yana çekilir/her şeye tav olur |
a man who stands for nothing will fall for anything
|
|
329 |
Proverb |
her şeyin bir yeri var ve her şey yerli yerine konmalı |
a place for everything, and everything in its place
|
|
330 |
Proverb |
her şeyin bir yeri var ve her şey yerli yerinde olmalı |
a place for everything, and everything in its place
|
|
331 |
Proverb |
her şeyin bir yeri olmalı ve her şey kullanıldıktan sonra yerli yerine konmalı |
a place for everything, and everything in its place
|
|
332 |
Proverb |
bir hikaye her anlatıldığında üstüne bir şeyler daha katılır |
a tale never loses in the telling
|
|
333 |
Proverb |
bir hikaye her anlatıldığında biraz daha süslenir/abartılır |
a tale never loses in the telling
|
|
334 |
Proverb |
her fırtınanın ardından bir güneş doğar |
after a storm comes a calm
|
|
335 |
Proverb |
her fırtınanın ardından bir güneş doğar |
after the storm comes a calm
|
|
336 |
Proverb |
her güzel şeyin bir sonu vardır |
all good things come to an end
|
|
337 |
Proverb |
her iyi şeyin bir sonu vardır |
all good things come to an end
|
|
338 |
Proverb |
her fırtınanın ardından bir güneş doğar |
after a storm comes a calm
|
|
339 |
Proverb |
her fırtınanın ardından bir güneş doğar |
after the storm comes a calm
|
|
340 |
Proverb |
her güzel şeyin bir sonu vardır |
all good things come to an end
|
|
341 |
Proverb |
her iyi şeyin bir sonu vardır |
all good things come to an end
|
|
342 |
Proverb |
her şeyin bir sırası var |
don't set the cart before the horse
|
|
343 |
Proverb |
her şeyde bir hayır vardır |
every dark cloud has a silver lining
|
|
344 |
Proverb |
her işte bir hayır vardır |
every dark cloud has a silver lining
|
|
345 |
Proverb |
her yokuşun bir inişi vardır |
every dark cloud has a silver lining
|
|
346 |
Proverb |
her şerde bir hayır vardır |
every dark cloud has a silver lining
|
|
347 |
Proverb |
her felakette bir hayır vardır |
every dark cloud has a silver lining
|
|
348 |
Proverb |
her gecenin bir sabahı vardır |
every dark cloud has a silver lining
|
|
349 |
Proverb |
her gidişin bir gelişi vardır |
every flow has its ebb
|
|
350 |
Proverb |
her gidişin bir gelişi vardır |
every flow must have its ebb
|
|
351 |
Proverb |
her şeyin kendisine göre bir zorluğu vardır |
every path has a puddle
|
|
352 |
Proverb |
her yolda bir engel vardır |
every path has a puddle
|
|
353 |
Proverb |
her şeyin kendisine göre bir zorluğu vardır |
every path has its puddle
|
|
354 |
Proverb |
her yolda bir engel vardır |
every path has its puddle
|
|
355 |
Proverb |
her zaman bir umut vardır |
hope springs eternal
|
|
356 |
Proverb |
her işte bir hayır vardır |
it's an ill wind
|
|
357 |
Proverb |
her şerde bir hayır vardır |
it's an ill wind
|
|
358 |
Proverb |
her işte bir hayır vardır |
it's an ill wind that blows no good
|
|
359 |
Proverb |
her şerde bir hayır vardır |
it's an ill wind that blows no good
|
|
360 |
Proverb |
her işte bir hayır vardır |
it's an ill wind that blows no one any good
|
|
361 |
Proverb |
her şerde bir hayır vardır |
it's an ill wind that blows no one any good
|
|
362 |
Proverb |
bilgi insanı her gittiği yerde/hayat boyu takip edecek bir hazinedir |
learning is a treasure that will follow its owner everywhere
|
|
363 |
Proverb |
her sürünün içinde bir kara koyun vardır |
there is a black sheep in every flock
|
|
364 |
Proverb |
her şeyin bir zamanı var |
to everything there is a season
|
|
365 |
Proverb |
her gün yeni bir şey öğrenirsin |
you learn something new every day [cliché]
|
|
366 |
Proverb |
sürekli/her şeyde şikayet edebilecek bir şey buluyorsun |
you'd complain if you were hung with a new rope
|
|
Colloquial |
|
367 |
Colloquial |
bir bongdan alınan her bir nefes ya da fırt |
bong n.
|
|
368 |
Colloquial |
her köşesinde tehlike olan bir şehir |
a city where there's danger around every corner n.
|
|
369 |
Colloquial |
her davetlinin bir yemek getirerek tüm davetlilerle paylaştığı toplu akşam yemeği |
kensington [dialect] n.
|
|
370 |
Colloquial |
her ihtimale karşı kenara koyulan cüzi bir para |
mad money n.
|
|
371 |
Colloquial |
bir kadının sevgilisiyle/partneriyle çıkarken her ihtimale karşı yanında bulundurduğu bir miktar para |
mad money n.
|
|
372 |
Colloquial |
her zamankinden farklı bir şey |
a doozy n.
|
|
373 |
Colloquial |
(bir şeyin) her köşesi |
every inch of (something) n.
|
|
374 |
Colloquial |
(bir şeyin) her tarafı |
every inch of (something) n.
|
|
375 |
Colloquial |
(bir şeyin) her yanı |
every inch of (something) n.
|
|
376 |
Colloquial |
her yıl gerçekleşecek bir etkinliğin ilki |
first annual n.
|
|
377 |
Colloquial |
her şey bir milyoncu |
variety shop n.
|
|
378 |
Colloquial |
(bir şey) için her şeyi vermek |
give anything (for something) v.
|
|
379 |
Colloquial |
(bir şey) için her şeyi feda etmek |
give anything (for something) v.
|
|
380 |
Colloquial |
(bir şey) için her şeyi yapmak |
give anything (for something) v.
|
|
381 |
Colloquial |
(her şeyi/bir şeyleri) akışına bırakmak |
let things play out v.
|
|
382 |
Colloquial |
(her şeyi/bir şeyleri) oluruna bırakmak |
let things play out v.
|
|
383 |
Colloquial |
(her şeyi/bir şeyleri) kendi haline bırakmak |
let things play out v.
|
|
384 |
Colloquial |
(her şeyi/bir şeyleri) sürecine bırakmak |
let things play out v.
|
|
385 |
Colloquial |
her işte bir hayır vardır |
be for the best v.
|
|
386 |
Colloquial |
her işte bir hayır vardır |
be (all) for the best v.
|
|
387 |
Colloquial |
bir şey için her yolu denemek |
go all out for something v.
|
|
388 |
Colloquial |
bir şey için elinden gelen her şeyi yapmak |
go all out for something v.
|
|
389 |
Colloquial |
(bir şeyin) her yönüyle ilgilenmekte |
all over (something) adj.
|
|
390 |
Colloquial |
(bir şey yapmak için) her şey/tamamen hazır |
(all) set adj.
|
|
391 |
Colloquial |
(bir şeyin) her yönüyle ilgilenmekte |
all over (something) adj.
|
|
392 |
Colloquial |
(bir şey yapmak için) her şey/tamamen hazır |
(all) set adj.
|
|
393 |
Colloquial |
her yanı (bir şeyle) sarılmış |
infested with adj.
|
|
394 |
Colloquial |
her yanını (bir şey) bürümüş |
infested with adj.
|
|
395 |
Colloquial |
her yanı (bir şeyle) dolu |
infested with (something) adj.
|
|
396 |
Colloquial |
her yanı (bir şeyle) sarılmış |
infested with (something) adj.
|
|
397 |
Colloquial |
her yanını (bir şey) bürümüş |
infested with (something) adj.
|
|
398 |
Colloquial |
her altı ayda bir |
once every six months adv.
|
|
399 |
Colloquial |
her dört saatte bir |
every four hours adv.
|
|
400 |
Colloquial |
her şeyini ortaya koymuş bir şekilde |
balls to the wall adv.
|
|
401 |
Colloquial |
her bir yerden |
from far and near expr.
|
|
402 |
Colloquial |
her savaşta bir düşman vardır |
in every war there is an enemy expr.
|
|
403 |
Colloquial |
her hırsızın vicdanını rahatlatmak için bir mazereti vardır |
every thief has some excuse to ease their conscience expr.
|
|
404 |
Colloquial |
her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır |
behind every successful man there is a woman expr.
|
|
405 |
Colloquial |
her şerde bir hayır vardır |
every con has a pro expr.
|
|
406 |
Colloquial |
her bir yerden |
from near and far expr.
|
|
407 |
Colloquial |
her horozun bir kümesi vardır |
horses for courses expr.
|
|
408 |
Colloquial |
müziği durdurun! her şeyi durdurun! (bir konuşma esnasında araya girip birinin dikkatini çekmek için söylenir) |
stop the music! hold everything! expr.
|
|
409 |
Colloquial |
bir durum/olay her şeyi bozdu |
that's torn it [uk] expr.
|
|
410 |
Colloquial |
bir durum/olay her şeyi berbat etti |
that's torn it [uk] expr.
|
|
411 |
Colloquial |
bir durum/olay her şeyi batırdı |
that's torn it [uk] expr.
|
|
412 |
Colloquial |
bir hata daha yaparsa her şey biter |
one more strike and (one's) out expr.
|
|
413 |
Colloquial |
bir hata yaparsan her şey biter |
one strike, (and) you're out expr.
|
|
414 |
Colloquial |
her şeyi bir günde yapamazsın |
there are only 24 hours in a day expr.
|
|
415 |
Colloquial |
her şeyi bir güne sığdıramazsın |
there are only 24 hours in a day expr.
|
|
416 |
Colloquial |
ya da benzeri şeyler/bir şey, ya da her neyse |
or whatever expr.
|
|
417 |
Colloquial |
(bir şey yapmaya her zaman) değer |
it (always) pays to (do something) expr.
|
|
418 |
Colloquial |
(bir şey) her şey demek değil |
(something) isn't everything expr.
|
|
419 |
Colloquial |
her zaman kazanacaksın/başarılı olacaksın diye bir şey yok |
(you) can't win them all expr.
|
|
420 |
Colloquial |
her bir kişi için |
all around expr.
|
|
421 |
Colloquial |
her bir kişi için |
all round expr.
|
|
422 |
Colloquial |
her gün yapılan işlerin bir parçası |
all in a day's work expr.
|
|
423 |
Colloquial |
her gün yapılan işlerin bir parçası |
all in the day's work expr.
|
|
424 |
Colloquial |
(bir yemeğin/yiyeceğin) her şeyi içinde |
all the way expr.
|
|
425 |
Colloquial |
her bir kişi için |
all around expr.
|
|
426 |
Colloquial |
her bir kişi için |
all round expr.
|
|
427 |
Colloquial |
her gün yapılan işlerin bir parçası |
all in a day's work expr.
|
|
428 |
Colloquial |
her gün yapılan işlerin bir parçası |
all in the day's work expr.
|
|
429 |
Colloquial |
(bir yemeğin/yiyeceğin) her şeyi içinde |
all the way expr.
|
|
430 |
Colloquial |
her yönüyle (bir şey) |
every inch a (something) expr.
|
|
431 |
Colloquial |
her şeyiyle (bir şey) |
every inch a (something) expr.
|
|
432 |
Colloquial |
her yönüyle (bir şey) |
every inch the (something) expr.
|
|
433 |
Colloquial |
her şeyiyle (bir şey) |
every inch the (something) expr.
|
|
434 |
Colloquial |
her yönüyle (bir) yıldız |
every inch a star expr.
|
|
435 |
Colloquial |
her şeyiyle (bir) yıldız |
every inch a star expr.
|
|
436 |
Colloquial |
her yönüyle (bir) yıldız |
every inch the star expr.
|
|
437 |
Colloquial |
her şeyiyle (bir) yıldız |
every inch the star expr.
|
|
438 |
Colloquial |
her bir … |
every last... expr.
|
|
439 |
Colloquial |
her iki (kişide/şeyde) bir |
every other (person/thing) expr.
|
|
440 |
Colloquial |
her yaptığının/her şeyin bir bedeli var |
if you wanna play, you gotta pay expr.
|
|
441 |
Colloquial |
aşk (her zaman) bir yolunu bulur |
love will (always) find a way expr.
|
|
442 |
Colloquial |
her haliyle (bir şey) |
quite the little (something) expr.
|
|
443 |
Colloquial |
(biri/bir şey) için her şey bitti |
that's all for (someone or something) expr.
|
|
444 |
Colloquial |
(bir şeyin) her tarafı |
up and down (something) expr.
|
|
445 |
Colloquial |
her şeyin bir karşılığı vardır |
you don't get for nothing expr.
|
|
446 |
Colloquial |
her şeyin bir bedeli vardır |
you don't get for nothing expr.
|
|
Idioms |
|
447 |
Idioms |
her tencerede bir tavuk |
a chicken in every pot n.
|
|
448 |
Idioms |
her mahallede bir milyoner |
a chicken in every pot n.
|
|
449 |
Idioms |
kolayca ya da çok bir çabayla yapılan her şey |
chip shot n.
|
|
450 |
Idioms |
(bir müessesede) her işi yapan kişi |
head cook and bottle washer n.
|
|
451 |
Idioms |
bir iş yerinde her işe bakan kimse |
a girl/man/person friday n.
|
|
452 |
Idioms |
bir insanın yapabileceği her şey |
everything humanly possible n.
|
|
453 |
Idioms |
bir insanın gücünün yettiği her şeyi |
everything humanly possible n.
|
|
454 |
Idioms |
bir iş yerinde her işe bakan kız |
a girl friday n.
|
|
455 |
Idioms |
her kapıyı açan (sihirli) bir anahtar |
an open sesame n.
|
|
456 |
Idioms |
(özellikle küçük bir işyerinde) her şeyden sorumlu kimse |
chief cook and bottle washer n.
|
|
457 |
Idioms |
(her hangi bir alanda) rakipsiz |
the only game in town n.
|
|
458 |
Idioms |
(her hangi bir alanda) tek |
the only game in town n.
|
|
459 |
Idioms |
(özellikle küçük bir işyerinde) her şeyi yapan kişi |
chief cook and bottle washer n.
|
|
460 |
Idioms |
tek katlı, her odanın birbiri ardına dizilip tek bir koridora açıldığı ev tipi |
shotgun cottage n.
|
|
461 |
Idioms |
her müşteriye bir tane |
one per customer n.
|
|
462 |
Idioms |
her müşteriye bir tane |
one to a customer n.
|
|
463 |
Idioms |
kağıda basılmış yazılı bir eserin her bir kopyası |
dead-tree edition n.
|
|
464 |
Idioms |
kağıda basılmış yazılı bir eserin her bir kopyası |
dead-tree format n.
|
|
465 |
Idioms |
korunması gereken her şeyi yerle bir eden ülke |
the sow that eats her farrow [ireland] n.
|
|
466 |
Idioms |
yetkili kişi (gilbert and sullivan'ın the mikado eserinde idamdan başka her şeyden sorumlu poo-bah karakterine referansla türemiş bir ifade) |
lord high everything else n.
|
|
467 |
Idioms |
tadı kaçmasın diye her şeyi idare etme/bir şey yokmuş gibi davranma |
a polite fiction n.
|
|
468 |
Idioms |
her ikisinin de sonu aynı derecede hoş olmayan iki seçeneğin olduğu bir durum |
morton's fork n.
|
|
469 |
Idioms |
her an kötü bir şey yapacakmış gibi olan kişi |
fox in the henhouse n.
|
|
470 |
Idioms |
belli bir alanda/işte her şeye erişimi sağlayan şey/anahtar/kilit nokta |
the keys to the kingdom n.
|
|
471 |
Idioms |
bir kadının her şeyini tek başına idare ettiği iş |
one-woman show n.
|
|
472 |
Idioms |
her şeyi tek bir kadın tarafından yapılıp sunulan şov |
one-woman show n.
|
|
473 |
Idioms |
her şeyin ters gittiği bir gün |
a bad hair day n.
|
|
474 |
Idioms |
bir olayın her anının en ince ayrıntısına kadar anlatımı |
a blow-by-blow account n.
|
|
475 |
Idioms |
her zaman karşına çıkmayacak bir fırsat |
a golden opportunity n.
|
|
476 |
Idioms |
her şeyin lafta kaldığı bir toplantı/organizasyon |
a talking shop [uk] n.
|
|
477 |
Idioms |
her şeyin lafta kaldığı bir toplantı/organizasyon |
a talk shop [us] n.
|
|
478 |
Idioms |
her şeyin açıkça ortada olduğu bir dava/suç |
an open-and-shut case n.
|
|
479 |
Idioms |
her şeye bir cevabı olan kimse |
armchair quarterback [uk] n.
|
|
480 |
Idioms |
birinin/bir şeyin her şeyini sömüren/tüketen kimse/şey |
the bottomless pit n.
|
|
481 |
Idioms |
her an kötü bir şey yapacakmış gibi olan kişi |
a fox in the henhouse n.
|
|
482 |
Idioms |
her şeyi bir seferde yüklenme |
lazy man's load n.
|
|
483 |
Idioms |
gidip gidip gelmemek için her şeyi bir kerede yüklenip taşımaya çalışma |
lazy man's load n.
|
|
484 |
Idioms |
korunması gereken her şeyi yerle bir eden ülke |
the sow that eats its farrow (ireland) n.
|
|
485 |
Idioms |
her yönüyle tehlikeli bir işe aptal cesaretiyle kalkışmak |
have a tiger by the tail v.
|
|
486 |
Idioms |
(bir yerde) her yere bakmak |
have a poke around v.
|
|
487 |
Idioms |
(bir yerde) her yere bakmak |
have a (good) sniff around v.
|
|
488 |
Idioms |
her yanı (bir şeyle) çevrili olmak |
have (something) coming out of (one's) ears v.
|
|
489 |
Idioms |
her yanı (bir şeyle) çevrili olmak |
have something coming out of your ears v.
|
|
490 |
Idioms |
bir şey ile ilgili her şeyi bilmek |
know all the angles v.
|
|
491 |
Idioms |
bir şey/konu hakkında her şeyi bilmek |
have something hung up and salted v.
|
|
492 |
Idioms |
bir şeyin her şeyini bilmek |
know something through and through v.
|
|
493 |
Idioms |
her şeyin altında bir bit yeniği aramak |
not take anything for granted v.
|
|
494 |
Idioms |
her şeyi bir kenara bırakmak |
throw everything to wind v.
|
|
495 |
Idioms |
her gün yaptığı şeyin bir parçası olmak |
be all in a day's work v.
|
|
496 |
Idioms |
kendi isteklerini bir kenara bırakıp her zaman başkaları için uğraşmak |
can't call one's soul one's own v.
|
|
497 |
Idioms |
(bir şey için) her şeyini vermek |
give one's eye teeth for something v.
|
|
498 |
Idioms |
(bir şey yapmak ya da yapmamak için) her yolu denemek |
as much as (one) could do (not) (to do something) v.
|
|
499 |
Idioms |
(bir şeyi yapmak ya da yapmamak) için her yolu denemek |
be all (one) could do (not) to (do something) v.
|
|
500 |
Idioms |
bir şeyi yapmak (ya da yapmamak) için her yolu denemek |
be all somebody can/could do (not) to do something v.
|
|